01 Haziran, 2011

Amcam O Etekle, O Rüzgarda Üşümedi Yaaa!!!

Bu seferki cikletten çıkan tatilimizi de İskoçya'ya ayıralım dedik eşim ilen... Kendileri bir gezi fatihi olarak -ki googleda ilk sıradaki yerlerini almış olan gezi rehberlerinin sahibidir kendileri- öyle buyurdular (unutma bu kıyağımı Ongun Tan!)... Bize de uymak düştü tabiii... Edinburgh'a 4 saatlik bir tren yolculuğunun sonunda ulaştık.. Tren acayip keyifliydi çünkü yan masamızda ufak çapta bir İngiliz usulü kına gecesi düzenlendi :)... İçkiler, pencerelere yapıştırılan geline ait fotolar, börek çörekler eşliğinde şehre vardık... Edinburgh ile ilgili en bomba olay havası!!! Biz böyle bişi görmedik kolyekolikçiler... Hava şöyle ki;
- Ongun bulutlar geliyo
- Ongun yağmur başladı
- Ongun şemsiyeyi tutamıyorum.......
(20 dakika sonra)
- Ongun şu şemsiyeyi tut da montumu çıkarıyım, piştim
- Dur esti biraz montumu giyiim
- Dur çekme, yüzümdeki saçları çekiyim (o sırada tornado şeklinde bir rüzgar).......
(20 dakika sonra)
- Ongun şurası kapalı, koş, oraya kaçalım
- Ongun sırılsıklam oldum
- Ongun geçti heralde, caddeye çıkabiliriz......
Resmen böyle geçti 2 günümüz... Zaten işi mavraya vurup günü ikiye ayırdık yaz ve kış diye... Yaz geldi haydi dışarıdaki gezmelerimizi yapıyoruz, kış geldi hooop içeri giriyoruz.. Artık belli bi süreden sonra zaten şemsiyeyi falan sallamayıp direk montlarımızın şapkalarıyla  korunmaya başladık... Bu bomba havadan sonra şehre dönersek, şehir çok güzeldi... Bi kere acaip gotik bi şehirdi.. tabi bu hissi hissetmemizde bizce havanın da büyük önemi vardı.. İnsanlar Londra'ya göre çoook daha sıcak kanlıydı ve naziklerdi.. bayıldık, bayıldık... hatta bi ara "Türkmüş bunlar ollum eskiden" diyerek kendimize o kadar bi yakın hissettik hepsini ayrı ayrı... "Royal Mile" denen caddede baştan sona uzanan tarihi yerleri ve caddenin sonundaki Edinburgh Kalesini çok sevdik, evimiz olsun istedik...
İkinci gün ise İskoçların meşhuuuur kahramanı Mel Gibson (iğrenç İskoç esprisi yaptım size, oralarda bu espri çok tutuluyo) pardon William Wallace'ın özgürlük için cepheden cepheye savaştığı Stirling'deydik... Çook güzel bi yürüyüş yolundak tırmandık tepeye.. Dakika geldi yaz, dakika geldi kış oldu tabiii... Ama sonunda ulaştık kaleye...Valla Braveheart nesli olarak gidin görün ama bir mekan bu kadar mı kötü restore edilir bre... Dıştan insanın tarihe olan saygısını depreştiren bu kale, içine girdiğiniz anda duvarlarında sarı plastik boyaya eşlik eden yeşil plastik şeritleriyle tam bi hayal kırıklığı oldu bize... Biz de verdik kendimizi manzarasına... 
Son gün ise Pencaitland'daki Glenkinchie Distillery'sinde İskoç viskilerinin nasıl yapıldığıyla ilgili bir tura katıldık... Ama bana açıkçası dönüş yolundaki manzaralar, evlerin ve bahçelerinin güzelliği daha dikkat çekici geldi.. (Üzgünüm Ongun :) )... 
Havasına, suyuna, taşına, toprağına, Sincan feda bir tek dostuma diyip bu gezi yazısını da burada noktalıyorum! 

2 yorum:

  1. sanırım oranın havası, biraz karadenize benziyor :)

    YanıtlaSil
  2. karadenizin havasını bir tek Temmuzda yerinden görmüştüm.. nem- sıcak ikilisi beni benden almıştı.. :))

    YanıtlaSil

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails